Sene 1980. Bir Cuma sabahı. Takvim yaprağı 12 Eylül’ü gösteriyor. Radyoda Kenan Evren’in sesi… Küçük bir çocuk eve koşarak geliyor. Annesi ne olduğunu sorduğundaysa yüzündeki kocaman gülümsemeyle ‘devrim olmuş’ diyor. Devrim diyorlardı, devrim değil gerçekleşen darbeydi. Türkiye tarihinin kara sayfalarına bir yenisi daha eklenmişti. 3. defa Türk silahlı kuvvetleri yönetime el koyuyordu.
Halkın mutluluğu, ülkenin refahı için(!)
O an yüzünde kocaman bir gülümsemeye sebep olan devrimin abisini, babasını belki de ablalarını kendinden kopartacak kanlı bir süreç olduğunu nereden bilebilirdi ki o çocuk ?
Sağ sol çatışması dediler. Sonra da bir sağdan bir soldan astılar analarının kıyamadığı, kızamadığı yavrularını. Yutkunarak ‘astılar’ derken yaş olup aktı bile gözlerden gencecik yürekler. Binlerce kişiyi tutuklayıp cezaevlerine koydular. Akıl almaz hakaretler, tecavüzler, işkenceler… Bizzat devlet, kendi halkına yapıyordu bu işkenceyi, bu zulmü. Kadın erkek dinlemediler. Faşist diyorlardı ülkücülere. Irkçı oldukları için değil. Devletin yanında oldukları için faşist diyorlardı 1980’de.Peki ya devlet kimin yanındaydı? Öylesine kindar ve gözü dönmüştü ki devletin, yanındakileri bile gözü görmüyordu. Birçoğu uygulanan işkencelere dayanamayıp intihar etti. Birçoğu da işkenceler yüzünden öldü. Hapishaneden çıkabilen çoğu insanın akıl sağlığı yerinde değildi. Bilanço ağır! Olsun yapılan darbe ülkenin refahı halkın mutluluğu içindi!
Bir Erdal Eren vardı. Ahh! O daha on yedisinde. Reşit bile değildi oysa. 16 yıl 80 gün yaşayabildi Erdal. Nasıl bir vicdan hiç acımadan kıyabilir o çocuğa?
Erdal Eren’den geriye Sezen Aksu’nun ‘Son bakıştaki o gözler kaldı aklımızda’ sözleri kaldı. Bir de ailesinin yüreğindeki sızı… Şehidimiz vardı 1980’de. Şehidimiz çoktu 1980’de. Oysa çok güzeldi eylüller. Şiirler yazılmıştı, gazeller okunmuştu eylüllere. Sonbahardı mevsimlerden. Nerden bilebilirdik ki birçok ananın son baharı olduğunu. Son mektubuydu Mustafa Pehlivanoğlu’nun anasına, babasına, nişanlısına son mektubuydu. “Mustafalar ölür, Allah davası ölmez” diye satırlara dökmemiş sanki haykırmıştı Mustafa. Bir de temennisi var nişanlısının mutlu bir yuva kurmasını diliyor.
Kefen almaya parası yoktu Halil Esendağ’ın 20 kişi bir oldular yine de bir kefen parası çıkartamadılar. İmam bağırıyordu ‘siz hiç evliya gördünüz mü?’ diye. Şehitti Halil.
“Ey benim şerefli bayrağım, Ben seni dalgalandırmak için çok mücadele ettim. Ama gücüm yetmedi” dedikten sonra öpüp başına koydu Cengiz Baktemur. Böylesine bayrağa aşık insanlar vatana ihanetten asıldılar!
Darbe dönemleri aradan seneler geçmesine rağmen hala içimizde yaradır. Hatırlandıkça kanar. Ben darbe dönemine şahitlik etmedim. İnşallah bundan sonra da ülkemiz böyle olaylara tanıklık etmez. Ben sadece kitaplardan okuduklarımla biliyorum yaşananları. Darbeci zihniyete olan öfkem okuduğum kitapların satır aralarından bana hediye. O dönemi yaşayan insanların anlattıkları, söyledikleri kelimelerle biriktirdim kızgınlığımı. Bu zihniyete karşı mücadele etme kararını onlarda gördüğüm vatan aşkıyla kazandım.
Ve son olarak Muhsin Başkan bir gün okuduğu Kuran’ın arasında bir mektup buldu. Mektup Ali Bülent Orkan’a ait. Muhsin Başkan’dan yarım kalan Yasin i Şerif’ini tamamlamasını istiyor ve ekliyor “Benden ve benim gibilerden Yasin-i Şerif’i esirgemeyin. Kaza oruçlarım vardı bitirdim sanıyorum aklım pek yerinde değil, belki Yasinleriniz bana şefaatçi olur.”
Ali Bülent Orkanların, Allah yolunda vatan uğruna canını feda eden tüm şehitlerimizin ruhuna El Fatiha!